Hürriyet ve Neoliberalizm

     "Bizzat özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has tarihsel bir dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor hatta. "Yapmalısının" bir sınırı var. "Yapabilme" sınır tanımaz...İnsan iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Yabancı bir gücün sömürüsü fazla kazanç sağlamaz. Ancak özgürlüğün sömürülüşü sayesinde maksimum kazanca ulaşılır...Sermaye, özgür rekabet üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer. Kendisinin ötekisiyle bireysel rekabet üzerinden çiftleşir...Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir. Bireysel özgürlük aracılığıyla sermayenin özgürlüğü gerçekleşir. Böylelikle özgür birey sermayenin cinsel organı durumuna indirgenir". Byung-Chul Han (Psikopolitika).

                                                                                        "İstediğim şeyden koru beni-"

                                                                                                    -Jenny Holzer

    Karl Marx yahudisi kapitalizme karşı çıkışlarında tümüyle haksız değildi. Buna yönelik öngörüsü ve çözüm önerisi aptalcaydı. Kapitalizmin insanlar için çıkardığı mağduriyetin ve efendi-köle ilişkisinin komünizme evrileceğini düşünüyordu. Lakin öyle olmadı. Kapitalizm mutasyon geçirdi ve kendini Neoliberalizm'e dönüştürdü. Artık işçi değildi çalışan. O bir girişimci olmuştu. Kendi kendisi için çalışan ve kendini sömüren bir köleydi. Tümüyle hür, alabildiğince serbest.

    Kapitalizmin ilk çıktığı zamanlardaki gibi hakkımız olanı talep edeceğimiz bir muhatap ile karşılaşamıyoruz. Günümüz rejiminde özgürlüğün getirdiği mesuliyetten ötürü başarısız birinin öfkesi kendine yöneliktir. Günümüzün sömürülen özgür girişimcileri Marx yahudisinin öngördüğü gibi devrimci olup çıkmıyor. Depresif hale geliyor. "Depression" ve "Burn-out" artık hiç yabancılık çektiğimiz terimler değil.

    Modern insan bundan 1500 yıl önceki hükümdarlardan daha lüks ve elverişli bir yaşam sürmekte. Ama 21. yüzyılın insanlarının stres ve kaygı düzeyi tarih içerisinde zirveyi yakalamış durumda. Bu kadar insan neyin yoksunluğunu ve endişesini taşıyor olabilir?

    Artık eskisi gibi ihtiyaçlarımız için çalışmıyoruz. Ceza bir parçasında şöyle diyordu: "
Dikkat, istekler ihtiyaçlarımıza karşı. Gereksinimlerinde listesinde, Pek gereksiz olan en üstte yazılı". Artık zaruriyetten ziyade arzularımız için yani sermaye için çalışıyoruz. Artık "açlık" yiyecek ekmek bulamamak değil, son çıkan model telefonu alamamak. Ve bu kabul edilebilir değil. Hatta ölümcül olduğu şeklinde bir telakki hakim olmuş durumda.

    Seçeneklerin çokluğu ve sınırsızlık insan için tereddüt yaratır. Dolayısıyla sınırlar aklımıza mukayyet olmamanın bir gereğidir. O yüzden iman etmemiş miydik zaten? Bize rehberlik etmesi, sınırları çizmesi ve nizam getirmesi, yaratanın en büyük lütuflarından biridir. Dolayısıyla gerçekten özgür olmak istiyor muyuz?

    Neoliberalizmin vücut bulmuş olduğu bir devlet teşekkülü olan Amerika, sahip olduğu bütün "Capital'e" rağmen insanını özgürleştirdi mi? Öyleyse halkı neden borç içinde? Neoliberalizm bizi özgürleştiriyor mu yoksa sorumluluk alamayalım ve özgür olamayalım diye bizi sürekli borçlandırıyor mu?

    Kanye West isimli bir şarkıcı şu şekilde retorik bir soru sormuştu: "Dünya ne kadar ediyor. Dünya'yı kaç paraya satın alabilirim?". Bu soru içinde yaşıyor olduğumuz ekonomik sisteme çok farklı bir açıdan bakmamıza yardımcı oluyor. Dünyada bu kadar bolluk ve üretim fazlası varken neden gıda ve kira fiyatları her geçen yıl dünyanın her yerinde yükseliyor? Çünkü bütün mesele zenginin zenginliğinin, fakirin fakirliğinin teminat altına alınmasıdır.

    Lakin bütün bunların disipliner bir kuralcılıkla sağlanamadığını ve bu yaklaşımla verimliliğin beklenenden aşağıda olduğunu tarih bize gösterdi. En yüksek verim için sermayeye katkı kişinin kendi istek ve iradesinden gelmeliydi. İşte böyle bir zamanda isteklerimiz için yıllar boyu sürecek, adeta organik bir makina gibi sermayenin çarklarında gönüllü bir mücadele veriyoruz. Çok iyi performans gösterirsek daha büyük bir ofise bile sahip olabiliriz artık.

    İnsanın yerine kâr ve üretimin merkeze alındığı bu sistemde insan tükeniyor, tükenmişler de "tükenmişlik sendromları" geçiriyor. Tam da bu durumlarda Liberalizm dininin vaizleri motivasyon konuşmacıları yardımımıza yetişiyor. Bize acı ve sebatın yüceliğini anlatıyor. Kendimizi daha verimli hale getirdiğimiz takdirde ihya olacağımız vaazını veriyor. Kendi kendimizi optimize etme ideolojisinin fanatikleri oluyoruz. Sanki bir Katolik öğretisi gibi sermayenin yücelik kazanıyor. Acı bile sermayenin hizmetine sunuluyor. Optimizasyon amacıyla sömürülemeyecek acıya izin verilmiyor.

    Bugün özgürce sosyal medya ve araçlarını kullanıyoruz. Totaliter bir zorlama ile düşündüklerimizi her gün neşretmemiz istenseydi, ödev niteliğinde olan bu iş belli bir şeffaflıkta ve verimlilikte olurdu. Ama artık bunu bizzat kendi isteğimizle yapıyoruz. Bu sefer normalde vereceğimizin çok daha üzerinde daha transparan bir şekilde kendimizi ifade ediyoruz. Bunu teşvik amaçlı, iletişimin oyunlaştırıldığı ve hızlandırıldığı (beğeni-paylaşım) gibi imkanları sunan platformlar bedava olacak şekilde umuma sunuldu. (Hiçbir şey bedava değildir). Ne düşündüğümüzü, nelere meyil ettiğimizi, kendimizle ilgili her türlü bilgiyi kendi rızamızla paylaşıyoruz. Bu sınırsız özgürlük ve iletişimimiz topyekun bir gözetlemeye ve kontrole dönüşmüş durumda. Gönüllülüğümüz özgürlüğümüzden güç alıyor ve davranışlarımızın öngörülmesine yardımcı olacak her türlü veriyi herkesle paylaşıyoruz. Böylelikle gelecek, iktidarlar için daha hesaplanabilir ve kontrol edilebilir hale geliyor.

    Yalnızca arz talebi belirlemiyor artık. Reklam ve sosyal medya içerikleri aracılığıyla ,ki bu artık dijital her şeyin kullanımında mevcuttur, önce insanlarda talep yaratıp sonra bu talebe cevap verildiğini görebiliyoruz. Heyecan dinamikleri de olabildiğince kontrol edilip, sermayenin hizmetine sunuluyor. Medyanın limbik sisteme sürekli ateş etmesiyle insan davranışları git gide şekilleniyor ve öngörülebilir hale geliyor. Öyle ki bu ilerleyiş ve etkileşim zaman içerisinde insanları insanlara, pazarları insanlara, insanları da pazarlara gitgide benzetiyor. Bu benzeşimi mümkün kılacak ve optimize edecek yegane fenomen "datadır". Yapay zeka, sahip olduğu matematik ve mantık ilkeleriyle tüketiciden aldığı verileri ortalama değer gözetilerek tasnif eder. Bu veriler yalnızca size gösterilmek üzere reklam amaçlı toplanmaz. Sizin her türlü temayüllerinizi kayıt altına alır. Data'yı saklar ve satar. Günümüzde en geçer akçe veridir. Bu veriler siz her aramanızda, her tıklamanızda, her müzik dinlemenizde, her "like" atmanızda kullanılmak üzere kayıt ve tasnif olur. Bunların hiç birini size rağmen yapmaz. Sizinle beraber yapar. Veri trafiğini arttırarak sermayeye daha çok hizmet edilmesi amaçlanmıştır. Bunu trafik ve hızın en yüksek değerlerine benzerlerin benzerlerle yaptığı iletişimde rastlanır. Ve teşvik edilen de budur. Big Brother aslında Big Data'dır.

    Günümüzde topraklar müstemlekeleşti. Toplumlar diz çöktürüldü. Ekonomik hegemonya devletlere boyun eğdirerek siyasi iktidarı da elinde bulunduruyor artık. Şuan sermayenin öncelikli hedefi insanların ilgisidir. Yani sizin hayatınızın her bir saniyesine talip olan bir sistemle karşı karşıyayız. İnternette geçirdiğiniz sürenin kaydını alırsanız işin ne kadar tehlikeli ve ciddi olduğunu daha net bir şekilde müşahede edebilirsiniz.

    Oyunlaştırılan bu iletişim çılgınlığının nörolojik ve hormonal etkileri de mevcuttur. Mesela bir bilgisayar oyununda bu çok daha rahat gözlenebilir. Oyunlarda yetenek ağacı, eşyalar, ilerleme hissi yaratacak sistemler vesaire bunlar beynin ödül mekanizmasını sürekli uyarır. Ödül merkezi uyarıldığı zaman belli hormonlar salgılanır. Uyarılmanın sıklığı hormonal eşiği yükseltir bu da beyinde daha sonradan bu uyarana bir açlık meydana gelmesine sebep olur. Bir eroin bağımlısının eroine ulaşım imkanının kaldırılmasına verdiği tepki ile çocuğunuzun internet kısıtlamasına verdiği tepkinin benzerliğine dikkat edin. İletişimde de bu mekanizma beğeni, yorum ve görüntülenme sistemi ile tetiklenmeye çalışılmıştır.

    Medyada tüketilen her bir içerik içerisinde az ya da çok belli bir ideolojinin propagandasını bulundurabilir. Bu fikir pazarının bunu tüketen belli toplumlarda ve bireylerde karşılığı olmadığı zannına kapılabilir insanlar. Halbuki realite hiç de göründüğü gibi değildir. Fizikte nasıl her etki bir tepki yaratırsa, insan zihni de etkenlere tepkisiz kalmaz. Her içerik kendine bilinç-altında bir yer edinir. Bu içerik cüzi dahi olsa zihinde bir iz bırakır. Psikolojide telkin diyebileceğimiz manifesto diyebileceğimiz bir psikanalitik metot vardır. Bu en basit anlamda belli bir şeyin tekrar edilmesiyle bilinç-altında ciddi bir yer işgal etmesine zemin hazırlayarak belli bir müddetten sonra bunun davranışsal bir hal alabileceği öngörüsüne dayanır. Sanılanın aksine söylenilen her yalan az da olsa bir etkilidir. Propagandanın en usta isimlerinden ve tatbikçilerinden Adolf Hitler yalanın büyüğünün konuşulmasını toplumları manipüle etmede daha etkili olduğunu savunur. Bunun asıl hedef kitlesi olan çocukların hangi içeriklere hangi sıklıkla maruz kaldıklarına dikkat çekmek isterim. Yıllara göre kendisini lgbtli birey olarak adlandıran ruh hastalarının sayısının artışında bu durum kendini çok daha net bir şekilde gösteriyor.

    Ek olarak dijital ortamlarda ekran üzerindeki her türlü seçenek; kapatma, küçültme, başka sekmeye geçme, diğer tıklama seçenekleri bunlar kullanıcı için durağan gibi gözükseler de insan beyni için her biri birer uyarandır. Daha çok görsel frontal lob, uyaranların çokluğu ve sürekliliğinden sebep yorulur ve tepkisizleşir. Bu tepkisizleşme gerçek hayatta da biz yüzeysellik istemine, dikkat dağınıklığına, durağan şeylere hassasiyetsizliğe dönüşür. Bu gerçek anlamda aptallaşmadır. Veri bombardımanı beyninizi yüzeyselleştirir ve aptallaştırır.

    Data nicelikten ibaret ve salt matematik olmasından dolayı nihilisttir. Bu durumda insan ile çatışma halinde olmaması, sermayeye kusursuz hizmetin sağlanması için insanın da data ya benzemesi gerekmektedir. "Neden, nasıl" sorularından alıkonulan insan "öyle işte" söylemiyle idare etmek zorunda bırakılmakta.

    Peki bu hegemonya ve hileli düzen ilelebet böyle gidecek mi? Sırtını istatistiğe yaslayan Big Data ortalama değer öngörülerine bağlı kalacak şekilde kehanetlerde bulunabilmekte. Mantık her A'yı B'ye götürmüyor artık. A'lar bazen B'ye gidebiliyor. Big Data A'nın B'ye gittiğinin ne ile anlaşıldığını bilmiyor. A'nın B'ye gitmesi C'nin aracılığıyla anlaşılabilir. C kavramın kendisidir. Mantığın kendi üstüne kıvrılmasıdır. Bu anlamda Big Data'nın mutlak bilgeliği esasında mutlak cehaletidir.

   Data, sapmaları kesip atar/trimler. Olaylar öngörülemezlik diyebileceğimiz bir niteliğe sahiptir ve hızla gerçekleşir. Tarihteki çığır açan olaylar, bir dahinin saldırıya geçmesiyle tetiklenmiştir. Kendini dijitalleştirmeyen bir standart sapma, aniden nelere gebe olur bilinmez. Gaza bizden zafer Allah'tan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Notlar: Bir Zamanlar Sevdiklerim

Notlar: Soliptik Enaniyet

An