An
Bilgi öncelikle insanın içinde bulunduğu sistemde sistemin öğelerine maruz kalmasıyla ve bunları zihin aracılığıyla duyumsaması, tecrübe etmesi ve hafızaya kaydetmesi ile kişide en ilkel haliyle mevcut olur. Sistem öğelerinin yani maddesel dünyanın soyutlanması, aralarında sebep-sonuç ilişkisinin kurulması aklın görevidir ve bu anlamda zihin aklın hizmetine sunulmuştur. Bu soyutlama neticesinde matematik, dil gibi yetiler geliştirebilmiştir. Karar verici unsur ise iradedir. İrade aklın çizdiği istikametler arasında seçim yapmakta özgür bir güçtür ve sınırları aklın sınırlarının ötesindedir. Öyle ki insan aklen yanlış bulduğu eylemlerde bulunabilmektedir ya da henüz aklının ulaşmadığı ama ulaşabileceği varış noktalarının konumlarının yaklaşıklığının varsayımlarında bulunabilmektedir, yani tahmin eder.
Hakikat bu nokta-i nazardan bakıldığında şeylerin sabitlerini ortaya çıkarma, nesnel, genel geçer, objektif olanı bulmak şeklinde kendini gösteriyor. Hakikatin tek bir doğru oluşu ve çelişmezlik taşıması bakımında kendi doğasının bir niteliği olmalı.
Akıl yalnızca algoritmik, mantık ve son zamanlarda matematik ilkelerinin yanında sezgisel de bir dinamiğe sahip. Aksi takdirde bugünkü teknolojiyle ve birçok pozitif disiplinin birleşmesiyle aklı yaratmış olurduk.
Şimdi mesele hakikatin bir bütün olarak öğrenilip öğrenilemeyeceğidir. Pozitif bilimlerin çokluğu ve her bir disiplinin derinliği bize tek bir zihnin bunların hepsini elde etmesi bakımından yeterli hacme sahip olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla aklın sınırlarının iradenin sınırlarına yetişmesi, hakikatin kavranılması için şart teşkil eder. Biraz daha öteye giderek evrenin bütün bilgisinin bir bireyde toplanıldığını varsayalım. Bu noktada bile bir sistemi var eden nedenler sistemin kendi içerisindeki dinamikleri kullanarak açıklanamaz. Bu hem termodinamik olarak böyledir çünkü entropi gereği içerisinde daha yüksek var enerji-bilgi olan bir fenomen bozularak-düzensizleşerek içinde bulunduğumuz kozmoza gebe olmak zorundadır ve bu sebepler zinciri sonsuza kadar geri götürülemez çünkü sonsuzdan şimdiye kadar gelinemez. Bir diğer yandan mantık-matematik önermeler, kümelerin kendilerini açıklayamamaları Gödel'in eksiksizliği argüman olarak kullanılabilir. Dolayısıyla mevcut bilgilerin hacmi ve ışığında nihai sözü yine irade söylemek zorundadır.
Bilginin deneyimle edinildiği yönü dışında insana DNA'sından aktarılan bilgiler de mevcuttur. Bunun en iyi deneylerinden biri çok hızlı bir şekilde ekranda kısa sürede geçen 250 fotoğrafta insanların akrep, yılan gibi resimleri bunların arasından seçebilmesidir. Hayvanlar aleminde de göçmen kuşların göçü, emme refleksi vesaire. Ama bu bilgi temel, canlının hayatta kalmasını sağlayan iptida-i bilgilerdir.
Peki insanın anlam-hakikat arayışı nasıl açıklanır? İnsan hakikate sahip olabilir mi gibi bir soru değildir bu? İnsanın hakikati aramasındaki motivasyonlar nasıl açıklanabilir? Hakikat insanda zaten mevcut ise kendinde olan bir şeyi araması beklenilemez. Hakikat insanda kesinlikle hiç bir formda mevcut değilse o vakit insan varlığından hiç haberdar olmadığı bir şeyin peşine düşemez. Demek ki insanın hakikat ve anlam arayışı kendi başına ruhun kanıtıdır. İnsana hakikat ruhundan miras olarak bir parça tattırılmıştır. Mistik ve yanlışlanamaz -bilimsel yöntemin dışında- bir açıklama olsa da gerçek budur. Tabi bu demek değildir ki bu dualist metafiziğin fiziksel bir izdüşümü olmasın. DMN (Default Mode Network); medial prefrontal kortex, posterior cingulate kortex, angular gyrus, hippocampus gibi beyin bölümleriyle yakın ilişkilere sahip olarak soyut düşüncelere varabilmektedir.
Pozitif bilimin çok daha ötesinde metafiziksel bilgilerin neticesinde varlığa gelen bir evrende yaşıyoruz. Her gün basıp geçtiğimiz taşlar bile termodinamiğin daha ilk yasalarına karşı gelerek karşımızda durmaktadır. Aklın sınırları ve çıkış noktası olarak insan nesnelin ve öznelin arasında bir konumdadır. Seçim artık özgürlüğe sahici anlamda sahip olan iradededir. Mutlak olan Tanrı'nın karşısında diz çöker ya da kendisini yutacak olan bu boşlukta son anına kadar serbest düşüş gerçekleştirir.
Bugünün ana akım paradigmasını boşluğun saldırgan neferleri oluşturdu. Hakikat sahipleri, galipler, mağlup oldukları bir sabaha uyandı, insan oğlu karanlığı buyur etti. Karanlık saldırmanın şehvetiyle ve çektiği acılardan motive oldu. Acı çeken ve acı veren insanlar. Bu boşluğa sahte tanrıların kulları da dahil oluyor. Güç sahibi her kimse öteki olanı kendi varlığına karşı bir varoluş tehdidi olarak algılıyor, ve savaşları bir türlü sona erdiremiyorlar. Bütün insan davranışı boşluğun içerisinde yalnızca bir güç istencine evriliyor. Hakikat sahipleri boşluk üzerinden hiç bir temeli olmayan ahlakları izleme fırsatını yakalamış oldu. Güçlü batıllar ne kendileri ne de başkaları için daha yaşanılası müspet bir dünya inşa edemediler ve inşa ettiklerini addettikleri bütün değerlerin daha kendilerini ayakta tutamayacak kadar zayıf olduğunu ilk ahlaki çatışmalarında çelişkiye düşerek göstermiş oldular. Hakikati güçlü kılmak ve maymunlardan daha büyük çubuklara sahip olarak adaleti tahsis etmek de Türk'ün ödevi oldu.
Hakikate dahil olmak isteyen kişinin en başta talihi olması lazımdır. Tabi talih de bir nebze kazanılmalıdır. Yavaş giden biri hiç bir zaman hedefine varamayabileceği gibi hızlı giden de hedefine ulaşıp durmayı beceremeyebilir, yine de her zaman için, talihin sizi bulması üzere yolda olmak gerekir.
Mesele yalnızca kişinin hakikati seçmesi değil, hakikat sahibinin, Tanrının da kişiyi seçmesidir ve talih de budur. İnsanın gücü zaman içerisinde yalnızca "An"a hükmedebilir. An üzerindeki hakimiyetten insanoğlu sorumludur. Bir değiş tokuş birimi olarak anlar çikolata ile iyi bir kitap arasında seçim yapmak için kullanılabilir ama bazı durumlarda seçim yapıldıktan sonra seçenekler ortadan kalkmaktadır. An artık karar verici olmuştur. Kümülatif anlamda karar verici anlar, uzun vadede insanın zihnini ve fikirlerini şekillendirir. Çünkü insan doğası gereği psiko-biyolojik olarak ekonomik davranmalıdır. Kendi fikirleri ile çelişen eylemlerinin yarattığı içsel çatışmayla sürekli olarak mücadele etmesi fazlaca yorucudur. Dolayısıyla eylemlerini meşrulaştıracak şekilde fikirlerini de değiştirir. Git gide kirlenen ruh artık talihli olma hakkını kaybedebilir.
Boşluğun saldırgan bireyleri için yegane duyum acıdır. Acı hemen hemen her zaman patolojik bir arızayı işaret eder. Hayatın bütünü de bu minvalde trajik bir patolojidir, acıya her yerde rastlanır, onu yaşanılabilir kılmak yalnızca hakikat ile mümkündür ve acıyı doğum sancısına çevirmek için gayret gerekir. Hakikatin dışında insana hiç bir yerde huzur yoktur ayrıca sınırı geçen için de sınır yoktur. Sınırı geçtikten sonra artık insan her yerde istediği, arzu ettiği şekilde bulunur lakin her yerde olan biri aslında hiç bir yerde değildir. Acının vahameti kişinin hakikate olan mesafesiyle orantılı şekilde yükseliş gösterir. Fıtrata karşı verilen hiç bir savaş da bu yüzden kazanılacak cinsten değildir.
Günümüz maymunları pozitif bilimin konusu olmayan her şeye düşmanlık beslerken; sanat, ahlak ve hukuktan da bahsedebilirler. Hukuk kendi başına, bir şey bilimin konusu değil diye yadsınmalıdır önermesini çürütmelidir.
Velhasıl epistemolojik olarak en geçerli bilgi Kuran'dır. Bunu Hz. Peygamberimizin davranışları ve sözleri takip eder. İslam'ın içinde hiç bir kötülük yoktur ve İslam'ın dışında hiç bir iyilik yoktur. Sonsuzluğa oranla bir a n için yaşar insan.
.jpg)
Yorumlar
Yorum Gönder