Seküler Hocaya Mektuplar
Sekülerleşme kavramı 19. yy da aydınlanma ile birlikte rasyonelleşmenin, şehirleşmenin, bilimsel gelişmelerin hat safaya
ulaşmasıyla beraber dinin ve diğer metafiziksel öğelerin bireylerin ve toplumların vicdanlarından kendiliğinden kalkacağını ön gören
bir futuristik teoridir. Tanım olarak "Sekülerizm; toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhani meselelerden ziyade dünya hayatına
odaklanılması yönündeki hareket" şeklinde sosyolojik terminolojide yerini almıştır. Sekülerizmin çıkışı Avrupanın kendini kilisenin
taassubundan kurtarmak için verdiği çok güçlü, birikmiş, sert bir aklileştirme tepkisidir. Bu tepkinin oluşumu kilisenin baskılarıyla
insanların mantıklarına ket vurmalarıyla, korkutmalarıyla, susturmalarıyla ve ortadan kaldırmalarıyla dövülmüş 1000 yıllık bir
öfkeye ve baş kaldırışa dayanır. Bu mesele bir siyasal mesele olmasından ziyade bir aklileştirme meselesidir ve ilahi olan ile bağların
askeri seviyeye indirilmesine dayanır. Fransız ihtilalinde kendini en saf halinde göstererek bu bağları ortadan kaldırılmaya çalışmıştır.
Yalnızca dini siyasi bir bağdan koparmaya çalışmakla kalmayıp zihni ve fikri bir izolasyonu da diretmektedir. En basit tabiriyle
sekülarizm 1000 yıllık bir öfkedir.
Sekülerizmin çıkışından ve tanımından yola çıkarak sorunuza cevap vermek niyetindeyim. 1800 lü yıllarda Benjamin Franklin'nin
elektiriği keşfetmesini takiben radyo ve son formuyla beraber internet iletişim haberleşme yetilerinde insanlığa daha önceden hayali
neredeyse imkansız olan imkanları hızı ve fırsatları sundu. Bilginin üretimi tarih skalasında doğrusaldan parabole geçerek son 2000
yılda üretilen toplam bilginin günümüzde 2 günde üretilebilmesine imkan verdi. Bilimdeki bu ilerlemeyi 10'ar yıllık periyodlarda orta
ve alt sınıf dahi gözle görülebilir şekilde günlük hayatında hissediyor. Sekülerizmin çıkış noktasındaki öngörüyle günümüze bakacak
olursak bilimin dramatik yükselişinine rağmen -veyahut beraberinde- dinin bireylerin ve toplumların vicdanında varlığını sürdürmeyi
başarmış olduğunu görürüz. Günümüzün bilimsel tekamülündeki güncel konumunun doğru yahut yeterli bir referans olabileceği kabulüyle sekülerizme bakarak
sekülerizmin bir fikir olarak hayata geçirmesi mümkün bir toplum düzenini sunamadığı söyleyebiliriz. Sebebi olarakta sekülerizmin
idea olarak karşısına insanın varoluşumundan -yahut yaratılışından- gelen anlam-mana -yahut maneviyat- arayışını aldığı söylenebilir.
Tarihin bizlere gösterdiği üzere bir toplumun var olabilmesinin kültürel benzerliklere dayanığını bu kültürel benzerlikler içinde
dilin ve dinin en büyük aktörler olduğunu ve bunlar olmadan toplumların aynı hassasiyete sahip olmayıp toplumsal bir bilinç yaratamadığını
dolayısıyla toplum olamadığını söyleyebiliriz.O yüzden seküler bir toplum oluşturma ütopyası toplumun ve bireyin kültürel
öğelerini yadsıma, baskılama, ortadan kaldırma gibi dinamikleri bünyesinde barındırmamasından dolayı toplum ve bireyler nezlinde
kendisine bir cevap bulamayıp kendini gerçekleyemeyecek ve varlığına ütopya olarak devam edecektir.
Tarihte seküler bir toplum yaratmadaki çabasıyla öne çıkan yegane rejim Sovyetler Birliği'dir. Dini emeğin en büyük düşmanı
olarak gören Sovyet Rusyası seküler toplumu sağlama gayretinde gösterdiği bazı çözüm yolları olarak şunları sıralayabiliriz: Din
adamlarının nikah vb. toplumsal işlevlerinin yasaklanması, din görevlilerinin devletten maaş alımına son verilmesi, dini yayınların
durdurulması, dini figürlerin ortadan kaldırılması, giyim kuşamda kısıtlamalar, kilise ve manastırların kapatılması,
din insanlarının baskı altına alınması ve en dikkat çekici olarak Komsomol'da
gerçekleştirilen dini bayramlarda dini değerlerin alaya alındığı festivaller düzenlenmesi. Bütün bu çabalara ve baskılara rağmen
yönetim bu yöntemlerin varmak istedikleri sonuç doğrultusunda işlerini kolaylaştırmadığını halk arasında oluşan rahatsızlığın işleri kendileri
adına zorlaştırdığını kabul etmiş ve daha yumuşak metodlar izlemek zorunda kalmışlardır.Sovyet iktidarı çoğu zaman sertleşen seküler
propagandalarına rağmen dinin etkisini yok edememiş aksine halkın mukavemetiyle karşılaşıp kendilerine zorluk çıkarmışlardır.Tarih
sayfasında kendilerini çok kısa bir süre göstermeleride durumu zaten özetliyor.
SONUÇ
"Türkiyenin seküler toplum olma yolundaki engeller ve çözümleri nelerdir" diye yöneltmiş olduğunuz soru da bir alt kabul
olarak sekülerizminin ideal toplum düzeni olması var. Ben öncelikle bu kabulün doğru olmadığını ve sekülerizmin gerçeklemesi mümkün
olmayan, modası geçmiş, iflas etmiş ütopik-terminolojik bir terimden ibaret kalacağını söylüyorum. Cumhuriyetin çıkış yıllarında
laik-seküler düzen elde etmek için başvurulan uç sol totaliter yöntemler; şapka kanunu, medreselerin kapatılması vb. toplumsal
asabiyet yaratmış ve belki de bunun ters tepmesi olarak iktidarı günümüzde sağ eğlimli kişi ve karakterlere kendi elleriyle teslim
etmiştir. Atatürk ve fikirleri dönemi itibari ile ilerici faydalı ve gerekli olduğunu kabul ediyor olsak da, iyi bir asker
, fikir adamı, politikacı olarak kendisini sayıyor hürmetle anıyor olsak da bilginin ve ideaların diyalektiği esasa alınarak hiç bir
faninin görüşlerinin zamana galebe çalamayacağını zaman içerisinde fikirlerin birbirleriyle çatışarak daha üstün fikirlere gebe
olacağını kabul etmeliyiz. Atatürk'ün laikliği, laisizmi, sekülarizmi bir modernleşme manivelası olarak kullandığı kabuledilebilir.
Günümüzde ciddiye alınması gereken bir kavram olmadığını düşünüyorum. Dönemin atmosferi gereği Cumhuriyet dönemi iktidarları
modernleşme yolunda yüzünü batıya dönmüş ve Avrupanın 1000 yıllık öfkesini bir idealizm olarak bütünüyle ithal edip kendisinden
çok farklı bir kültüre empoze etmeye çalışılmış. Bu ithalat o kadar mot a mot şekilde sahip çıkılıp uygulamaya sürülmüş ki
Tıpkı Fransız ihtilalindeki gibi dil, din, müzik hedefe alınıp müdahale edilmiştir. Sadece kültürün çekirdek unsurları değil kabuk
unsurlarından mimari , giyim kuşam da bu saldırıdan nasibini almıştır. Niyet modernleşme olsa bile method Avrupa ile Türk toplumu arasındaki
kültürel farkı tamamen görmezden gelmesi hasebiyle entellektüel bir rezalet ve kaba bir taassub olarak kendini göstermiştir.
Tarihimizde dönemini hakimiyet altına alan fikirlere geri dönüp onları gerçekleştirmeye çalışmak tarihin
ve zamanın akışsal dinamiğine ters düştüğü için kısır ve avamca bir uğraştır. Ne Avrupanın tekrar teokratik otoriteye dönmesi, ne
Türkiyenin tekrar hanedanlık düzenine dönmesi ne de Cumhuriyet dönemindeki değerlerle günümüz Türkiye'sinin kendisini gerçekleştirmesi mümkün
değildir. Sorunuza direk cevap vermem gerekirse Türkiyenin seküler toplum olmasındaki yegane engel insan fıtratının maneviyat arayışı
üzere olmasıdır der ama yine de bu düzeni sağlamak için çözüm sunmam gerekirse Sovyetlerdeki faaliyetleri tekrar deneyebiliriz ya da
dinin yerini alabilmesi için iktidar olarak idealleştirdiğimiz değer yargılarımızın izole hale getirdiğimiz 3 nesil boyunca aktarımını
sağlayarak bu ütopik toplumumuzu oluşturubiliriz. Son bir öneri olarak sekülerizmin çıkış noktasındaki beklentiye bağlı kalarak
bilimin evrendeki bütün soru işaretlerini ortadan kaldırıp evrenin bilgisinin ulaşılabilir hale gelmesini bekleyerek bu evrenin
bilgisine ulaşan insanlarla tanıştıktan sonra onların değerlerine sarılıp dini ortadan kaldırır ve önderlerimizin
uygun gördüğü ideal forma toplumu çevirebiliriz yine de bunun adı sekülerizm mi olur bilemeyiz yarattığımız insan-tanrılar bunu bize
söyleyecek.
Yorumlar
Yorum Gönder