Bilimsel Açıdan Tanrı, Bilim Dini, Kültürel Ateizm
Daha önce sonsuz evren teorisini ve Godel'sin normallik(ortalama değer) ilkesi ile çelişkiye düşmesini (Çoklu Evren Soytarılığı) başlıklı yazımda yüzeysel bir şekilde değinmiştim.
Bkz: https://amolelon.blogspot.com/2023/08/coklu-evren-soytarlg.html .
Maddenin tabiatına dair oldukça açık temel ilkelere sahibiz.
Termodinamik 1: Enerjinin korunumu yasası, yalıtılmış bir sistemdeki toplam enerjinin değişmeyeceğini söyler. Enerji ne yok edilebilir ne de yoktan var edilebilir, ama enerji türü değişebilir. (Wikipedia)
Bu en temel ilkeden yola çıkarak maddenin kendi kendini var edemeyeceğine değinmiştik.
Bu bile tek başına yeterli olmakla beraber tanrının varlığına buna ek bilimsel argümanlar da getirebiliriz. Nasıl mantığımız bizi olasılıklar dengesinin ağır bastığı yönde bir inanışa sürüklerse, ayakları en yere basan ucu açık önermenin geçici doğruluğunu kabul etmek bizim ahlaki bir görevimiz olmalıdır. Aksi takdirde mantığı da matematiği de çöpe atmakta bir beis yoktur zira şimdiden meseleyi çok daha soyut bir zemine indirgemiş oluruz. Bunu yaparken de bilimsel ilkelerden ve fiziksel gerçeklerden ayrılmadığımızı söyleyemeyiz. Mesele pozitif bilimde incelenecekse orada duralım, felsefe çatısı altında incelenecekse orada. Ta ki bu iki küme birbiri ile kesişene kadar buna devam edelim.
Gel gelelim bizi Allah'ın varlığı kanaatine götürebilecek olan muhtelif bilimsel ek argümanlara:
Nötrino, ışık hızına yakın hıza sahip olan, elektriksel yükü sıfır olan ve maddelerin içinden neredeyse hiç etkileşmeden geçebilen temel parçacıklardandır.(Wikipedia)
-Nötrino'nun kütlesi 2 x 10-37 kg'dır. Nötrinonun kütlesi bunun onda biri olsaydı, yer çekimi evrenin hızlanarak gelişmesini sağlayan *karanlık enerjiyi yenecek ve bir bütün olarak kara deliğe dönüşecekti. Bu yükün yüzde biri olsaydı evrende hiçbir madde oluşamaz, evren çok hızlı genişler ve her şey foton veya atomik vari tozdan ibaret olurdu.
-Nötrinonun kütlesi gibi evrende kabul edilen toplam 26 tane daha sabit vardır. Bunlar da keza nötrinonun kütlesi gibi hassas değerlerdir.
-Bu 26 evrensel sabitlerin hassaslığını Tanrısal bir dizayna delil olarak kullanabiliriz. Bu argümanlar "İnce Ayar Argümanları" olarak isimlendirilmişlerdir.
İtirazlar: İnce ayar argümanına yöneltilen temel itirazlardan bahsedelim. Press ve Lightman (Dependence of macrophysical phenomena on the values of the fundamental constants) adlı makalesinde bu 26 sabitin aslında içlerindeki 4 farklı sabitin fonksiyonu olarak tanımlanabileceğini öne sürmüştür. Bu 4 sabit, güçlü ve zayıf nükleer kuvvet ile proton ve elektronun kütlesidir. Böylece 26 mucizevi dokunuşu 4'e indirgeyerek Tanrı iradesinin daha az görüldüğü, aslında teke de indirilerek Tanrının komple yadsınabileceği imasında bulunuldu. Bu çalışma devam ettirilerek 2000'de Victor Stenger 4 sabit üzerinde izafi(sabitlerin aralarında belli bir korelasyonun korunarak yapılan) oynamalarla farklı evrenler oluşabileceğini ve bu evrenlerin, içerlerinde hayat yaratacak kadar uzun ömürlü olabileceğini söylemiştir. Bir diğer yandan elektron yükünün değişmesi ile hayatın Karbon ile değil de bu değişikliğin neticesi olarak varsayımsal alternatif bir evrende Silisyumdan oluşabileceği öne sürülür yani aslında hassas sabitlerin zorunluluk olmadığı ve tesadüfi olarak da başka hassas sabitler elde edilebileceği için argümanı teoriye uydurmanın yanlışlığından dem vurulur.
Temeldeki ateist argüman hassas değerlerin olduğu ama bunun tanrısal bir iradenin zorunluluğu değil tesadüfi başka evrenlerde kendinden var olabileceği (dolayısıyla tekrardan çoklu evren teorisinin kabülü var burada) nihayetinde teistlerin her baktığı yerde, her cevapsız bıraktığı soruda tanrıyı görmesinin kolaylığına kaçmak olduğu yönündeki ana akım itirazdır. Tanrıcıları, argümanı teoriye uydurmakla (nedeni sürekli Tanrı alarak, sonucun fiziksel gerçeklere tekabül ettirilmesi ile) suçlarlar özetle.
Şimdi sazı tekrar elimize alalım. Tanrı konsepti ile kendinden varoluşu ihtimaller dengesi üzerinden kıyaslayalım ve buradan terazide ağır basana sahip olup(sahip çıkıp) gidelim.
-Stenger'ın yaptığı 4 sabitin değiştirilmiş değerleri aralarında belli bir oranın korunarak elde edilen değerlerdir. Aslında daha en başta Stenger hassas değer argümanını hassas oran olarak değiştirmekten öteye gitmemiştir. Kaos böyle bir korelasyonu sağlamakla görevli değildir.
-İçinde bulunduğumuz evrenin, sabitlerini ve kanunlarını esas aldığımızda, evrenimizin başlangıçtaki entropisinin değeri S=10^(10^123) (on üzeri on üzeri yüzyirmiüç)'tür. Böyle bir düzensizlikten düzen çıkma ihtimali de en optimistik yaklaşımla 1/S değeri olacaktır. Yani evreni oluşturabilecek bu 4 sabitin korumalı korelasyonu ile yalnızca maddenin oluşumuna imkan verme olasılığı 1/S'tir. Bu değerin 0'a ne kadar yakın olduğunu şöyle izah etmiş Roger Penrose: "Bunun rakamsal olarak bütün insanlar bir araya gelseler bile üslü bir şekilde olmadan normal şekilde yazılması imkansızdır. 1'in ardından 10 üzeri 123 tane sıfır eklediğinizi düşünün. Evrendeki bütün proton ve bütün nötronların ve diğer tüm parçacıkların da her birinin üzerine 0 yazsak bile bu değerin çok uzağında kalırız".
-Evrenin kazara meydana geldi varsayımından yola çıkıldığında, evrenin kendisinde geçmişteki düzensizlikten kalan bir iz gözlemlememiz gerekirdi. Böyle bir iz keşfedilmedi. Yine Penrose'a göre Big Bang tamamen karadelikler de oluşturabilirdi. Ancak bunların yerine hassas ve her yere yayılmış maddeden oluşan bir evrene sahibiz. Penrose şunları söyler. "Big Bangin maddeyi hassas ve homojen bir şekilde dağıtacak bir biçimde olması oldukça zordur. Düzensiz bir şekilde olsa sadece karadelikler oluşurdu. Bu olasılık 10 üzeri 10 üzeri 30'da 1'dir.
-Çoklu Evrenler Soytarılığı başlıklı yazımda da belirttiğim gibi birbirinden çok farklı fizik kanunlarına sahip evrenlerin var olabileceği öngörüsü orta-değer ilkesine çok aykırı olduğu için itibar edilen bir teori değildir. Yani elimizdeki tek evren yalnızca içinde bulunduğumuzdur. Karadeliklerin keşfe muhtaç muğlaklıklarından yola çıkarak yazılan çeşitli peri masalları da literatürlerde mevcuttur lakin bunlar kendilerini yazanlar tarafından bile ciddiye alınmamaktadır. Daha ikincisini gözlemleyemediğimiz şeyin sonsuzluğundan bahsetmeyelim.
-Karbonun organik maddelerin ve temel olarak canlılığın yapı taşı olduğunu biliyoruz. Materyalist determinist yaklaşım Karbon, Azot, Oksijen ve Hidrojenin uygun basınç sıcaklık ve benzeri şartların altında, rastgelelik içerisinde bir araya gelerek amino asit ve protein zincirlerinin kendiliğinden oluşabileceği şeklinde bir hüsnü zann eder. Buna akla ilk gelen şekliyle, henüz evrende ikinci bir canlı formuna rastlamadığımızı ve oksijenin bol olduğu bir atmosferik fazda yanmadan amino asit dna rna protein zinciri oluşumunun muhalliğini delil göstererek karşı çıkılabilir. Daha bilinç meselesi var ki o bambaşka bir konudur. Umarım ilerde onunla ilgili de bir yazı yazarız.
Caner Taslaman, Big Bang ve Tanrı, s. 188 : Ferodexin 55 amino asitten oluşan çok kısa bir proteindir. Twitchin gibi 6049 amino asitten oluşan proteinler de mevcuttur. Olasılık olarak 400 aminoasitli bir proteine bakarsak ki-en basit canlıda bile bu proteinden yüzlerce olması gerekir- bunun oluşma olasılığının ne kadar düşük olduğunu görürüz. Canlılardaki proteinler sadece sol elli amino asitlerden oluşur. Doğada sağ elli amino asitler sol elliler kadar vardır. Birbirlerini yaklaşık olarak yarılarlar. Bir amino asitin sol elli olma ihtimalini 1/2 alırsak 400 amino asitli bir proteinin kendiliğinden oluşma ihtimali 1/2 x 1/2 x 1/2 (397 tane daha) 1/2 üzeri 400 olur. 1/2 üzeri 400 ise yaklaşık olarak 1/10 üzeri 120 ye denk gelir. Bütün evrende 10 üzeri 80 olan proton ve nötronu bütün evrendeki foton ve elektronlarla toplarsak 10 üzeri 90'dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin ortalama yaşı 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dk x 60 saniye 473 040 000 000 000 000 saniye eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 10 üzeri 18 diyebiliriz. 10 üzeri 90 x 10 üzeri 18 = 10 üzeri 108 eder. Bu sayı evrendeki her bir proton nötron elektron ve fotonun her saniye deneme yapmış olsalar oluşacak toplam deneme sayısıdır.
Farklı kaynaklardan protein oluşumunun ihtimalleri incelenebilir. Burada metni uzatmamak adına daha derine inmeyeceğim.
Bu sayılar incelendiğinde evrenin Royal Flush yapmış olması gibi bir benzetme yeterli olmaz. Doğru teşbih bir maymunun daktiloya rastgele vurmasıyla Shakespeare'in piyeslerinden birini yazması olabilir. Hatta bu bile oldukça iyimser kalır.
-Argümanı teoriye uydurarak objektif değil de seçici bir yaklaşım sergilediğimiz itirazına cevap verelim.
Karanlık enerjiye bir küçük değinelim. Biz bizden uzaklaşan galaksilerin bize yolladığı ışıkların dalga boylarının değişiminden (kırmızıya kaymasından) daha doğrusu bunun değişim hızından yola çıkarak, bizden daha uzak olan sistemlerin daha hızlı uzaklaştığını gözlemliyoruz. Halbuki evren Big Bang ile ilk hız kazandıysa kütle çekimle bir negatif ivmeye sahip olması gerekirdi. Yani yavaşlayarak genişlemesi gerekirdi ama gözlemler aksini gösterdiği için hatta ışık hızından daha hızlı bir şekilde evrenin genişlediği gözlemlendiğinden dolayı bu etkiyi açıklayacak boş uzayın enerjisi (karanlık enerji) adlı fizikte 5. bir kuvvet olduğu ileri sürüldü. Sonuçlarıyla kendini gösteriyor ve henüz ispatlanmış değil. Açıklayıcı olduğundan şimdilik kullanışlılığı olan bir önerme.
Kütle çekimi ele alalım. Teori Newton tarafından ele alınıp ve matematiksel modellenip isabetli sonuçlar vermişti. O meşhur eseri Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica'da da belirttiği gibi kütlenin çektiğini ama neden çektiğini bilmediğini söylemişti. Sonuçlarıyla kabul edilen ama epistemolojik olarak tamamen somut bir şekilde kendini ispatlayamamıştı. Sonra Einstein bizlere kütlenin zaman-uzayı büktüğünü kendi modellemelerinde gösterdi ve teorisi matematik tarafından da tasdik edildi ama uzay zamanı neden büktüğü söylenemedi. Büktüğü gözlenebildi yalnızca. Bu sorulara cevap bulunmalıydı. Arayışlar bilim insanlarını yeni teoriler ortaya atmaya zorladı. Ortaya sicim teorisi atıldı. Uzay boşluğunda gözlenemeyen boyutsuz gibi görülen ama aslında daha derinlerde boyutları olduğu gözlenebilen bir madde ile dolu olduğu söylendi. Kütlenin uzay-zamanı bükmesi ve çekim uygulaması böyle açıklanmaya çalışılırken bu teorilerin başka noktalarda tutarsızlık göstermesi üzerine bu sefer Süpersimetri'ye başvuruldu. *Süper simetri, parçacık fiziğinde uzay-zaman simetrisinin karşılığıdır. Bu iki temel parçacıktan oluşur. Açısal momentumu olan bozonlar ve yarı değerli açısal momentumu olan fermiyonlar. Bir gruptaki her parçacık bir diğeriyle ilgilidir.(Wikipedia) Süper simetri ile daha tutarlı olan süper-sicim teorisi ortaya atıldı. Ama Cern'deki LHC hızlandırıcısında süper-simetrik parçalar görülemiyor ve ayrıca teorinin öne sürdüğü "saçlı yapının" karadeliklerin dış sınırında pürüzsüz olduğu gözleniyordu. Teoriye burada da gölge düştüğü için bu sefer 3 boyuttaki titreşmelerin sicim parçacıklarının üretilmesini mümkün kılmadığından 10 boyutlu titreşimlerin gerçekleştiğini öne süren bir yeni model ortaya atıldı. Absürtlük 10. boyuta dadandı anlayacağınız.
Bunlar birbirine gebe olan teoriler şimdilik yukarıda dursun konuyu kültürel ateizm üzerinden biraz izah edip sonra tekrar buraya bağlayalım.
Aristo'nun fiziksel ve mantıksal önermeleri, kilise ve diğer merciiler tarafından kabul gördüğünden "kusursuz fırtına" diye adlandırılabilecek sorgulanması akla bile gelmeyen ve itirazların toplumsal-dini normlara ters düşüren nitelikler kazanmasını takiben politik doğruculuğun caydırıcılığını da yanına alan bir hale bürünmüştü. Bu pranganın kırılması için tarih Newton'ı 2000 yıl beklemiştir. Aydınlanma ve Protestanlık ile beraber insan artık doğaya üstün gelmiş ve pozitif bilimin zaman içerisinde gelişerek bütün bilinmezlikleri ortadan kaldıracağına dair bir inanç doğmuştur. (İnancın altını çiziyorum çünkü insan zekasının bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracağı hüsnü-zannı tam teşekküllü bir dini vasıftır). Özellikle kilisenin istibdadı dine olan öfkeyi körüklemiş ve bu bir yerde patlak vermiştir. Sekülerizm esasında batının karanlık çağdan sebep kiliseye duyduğu 1500 yıllık bir öfkedir. İşte bu kültürel Ateizmi tetiklemiştir. Newton bilimsel çalışmalarının on katı kadar metafiziksel çalışmalar yapmıştır ve koyu bir Hristiyan'dır. Teslisi reddetmektedir. Dünyaya gelen dahi bilim insanları arasında, bıraktığı etki itibariyle birinci sıradadır. Hristiyanlığı için onun zamanında görelelik, karadelikler ve benzeri gibi keşiflerin henüz olmadığı öne sürülür. Dolayısıyla dini inançların cevap bulunamayan sorulardan bir kaçış olduğu ima edilir. Peki şimdi yukarıda verdiğim örneklerden yola çıkarak, keşiflerimiz ve bilimsel yolculuğumuz bildiklerimizi arttırarak bize daha çok cevap mı yoksa cevaplanması gereken daha çok soru mu sağlamış oldu? Daha gözlemlenmeyen süper-simetrik parçalardan yola çıkarak 10 boyutlu süper-sicim modellerinden bahsetmek ne kadar gözleme dayalıdır? Biz argümanı teoriye uydurduğumuz yaftasını farazi olarak kabul edelim. O vakit yukarıdaki soru işaretlerine cevap olabilsin diye başka teoriler geliştiren bilim insanlarının yaptığı teoriyi teoriye uydurmak değil midir? Kimin ayakları daha somut bir zemine basmaktadır?
Zamanın da bir değişken olarak ele alındığı matematiksel hesaplar dahi maddenin, hayatın, bilincin oluşma olasılığının 0'a çok yakın olduğunu gösterdi. Bunun göz ardı edilerek tutulur hiçbir yanı olmayan sonsuzluk tasavvurlarında teselli bulmak daha mı bilimseldir? Henüz daha ikincisi gözlenmemiş ve bilimsel bir çok ilkeyle çelişen sonsuz evren teorisinde medet ummak bu teoriye iman etmek değil midir? Zamanın ölçülebilir değerlerini bir kenara koyarak daha retorik bir soru sorup mevzuya yaklaşalım. Sonsuz zaman her şeyi kaçınılmaz yapar mı? Böyle bir varsayıma sarılmanın tümüyle materyalist bir yaklaşım olduğu söylenebilir mi? Ki durum zaten öyle bile değildir. A ihtimali B'nin gerçekleşmesini imkansız hale getirirse B durumunun imkansızlığından bahsedilebilir. Bu da sonsuz zamanın her şeyi mümkün kılmadığını gösterir.
Velhasıl kimse kültürel ateizmin ve bilimin kaçınılmaz bir şekilde dini vasıflar taşımadığını söylemesin. Her türlü "izm"ler kendi çaplarında birer dindirler ve dünya üzerinde inançsız hiç kimse yoktur.
Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin Tenlerde vü cânlarda nihân hep sen imişsin Senden bu cihân içre nişân ister idim ben Âhir bunu bildim ki cihân hep sen imişsin

Yorumlar
Yorum Gönder